Beraat Kararı ve Vuslat Zamanı
Geçen Cuma gecesi anne-babamla beraber Şubat Soğuğu dizisini seyrettik. Hem yaşım küçük olduğundan hem de uzun süredir Türkiye'den ayrı kaldığımdan dolayı bazı olayları ve dizideki kahramanların gerçek hayatta kimleri temsil ettiklerini anlamakta zorlandım. Sevgili anneciğim ve muhterem babacığım hemen her sahneyi bazen ağlayarak, kâh oturup kâh kalkarak, kimi zaman tebessüm ederek ama baştan sona büyük bir heyecanla izlediler. Ben meseleleri kavramaya çalışırken işin özünü kaçırdıysam da, bir sahneye takılıp kaldım. Çünkü, bana üç-beş gün önceki kendi halimi hatırlattı.
Kuşun Kanadını Kırarsan...
Ağaçlar arasındaki evimizin hemen arkasında minik ama oldukça güzel bir gölet var. Ördekler için tam bir yüzme havuzu olan, sincaplara ve geyiklere serin suyundan ikram eden, görüntüsüyle çevredeki ağaçların canlılığına daha bir güzellik ekleyen bu şirin gölcük, buraya geldiğimizden beri benim için bulunmaz bir dinlenme mekanı oldu. Fırsat buldukça minik denizciğimin kenarına gidiyor, çevreyi seyrediyor ve kainatı okuma denemeleri yapıyorum. Bu arada az ötedeki küçük derenin şırıl şırıl akışını dinleyerek, onun hangi zikri yaptığını, Cenab-ı Hakk'ın hangi ismini tekrar edip durduğunu anlamaya çalışıyorum. Bazen “Celîl”, bazen de “Cemîl” dediğini duyar gibi oluyorum ama bunlardan hangisini söylediğini iyice ayırt edemiyorum. Geçen gün, su içmeye gelen bir kuşun zikrini Kur'an hocamın yardımıyla da olsa açık seçik anladım; “Ya Kuddüs, ya Kuddüs” diyordu; onun sesine yoğunlaşınca harfleri ne kadar da güzel telaffuz ettiğini duyup hayrette kaldım.
Korku, Yılan ve Koruyucu Melek
Geçen hafta, can dostum Recep'ten bir mektup aldım. Bir ay kadar önce gönderdiğim mektubun cevabı olarak okuduğum cümleler, inci dizisi gibi göze hoş gelen bir el yazısıyla çok güzel bir kağıdın üzerine adeta bir dantela şeklinde işlenmişti. O zarf, o kağıt, o pul Türkiye'den gelmişti; satırlar üzerinde arkadaşımın parmak izleri vardı; mektup kağıdı İstanbul kokuyordu. Minik yüreciğim çok heyecanlanmıştı zarfı açarken; öyle ki mektubu baştan sona okuyup bitirdiğim halde kalbimin hızlı hızlı atışı hâlâ dinmemişti. Meğer vatanımı, içinde doğup büyüdüğüm şehri ve dostlarımı ne de çok özlemişim. İşte, o an anladım Ayyüzlü'nün “Üzerinde vatanımın kokusu var, ona dokunmayın!” diyerek Türkiye'den getirdiği elbisesini dolabının bir yanında ilk günkü gibi muhafaza edişinin sırrını. Evet, o an anladım yurdumuzun dört bir tarafından gönderilen toprak dolu kavanozları neden odasının en özel bölümünde sakladığını. Bilmem ki, dostumun eline değdiği ve bizim illerin kokusunu getirdiği için o zarfı ve o kağıdı yüzüme gözüme sürdüğümü Recep bilseydi ne düşünürdü!..
Bir Demet Yıldız
Peygamber Efendimiz’e vahyedilen ilk ayetin ‘Oku!’ emri ile başladığını öğrenince çok etkilenmiş ve okumanın Allah katında ne kadar önemli olduğunu düşünmüştüm. Zamanla, çok kitap okuyan insanların diğerlerinden hemen ayırt edilebildiğini görmüş ve onların adeta bir meşale gibi etraflarına hep ışık saçtıklarına şahit olmuştum. Mevlana Hazretleri’nin, “Yeni bir şey öğrenmeden geçirdiğim bir günde, benim için güneşin doğmasında bir hayır yoktur.” dediğini işitince, güneşin doğmasının bana hayır getirmediği nice günler geçirdiğimi büyük bir üzüntüyle farketmiştim. Hele Ayyüzlü’nün, “Bir Kur’an meali bile okumadan Kur’an talebesi olduğunu iddia eden zavallılar var.” sitemini dinleyince kitaplara karşı yabancı oluşumun mahçubiyetini çok derinden duymuştum. Zaten, o günden sonra yavaş yavaş kitaplarla arkadaş olmaya başlamıştım. Artık her akşam yatarken gün boyunca ne öğrendiğimi kendime sormaya ve geçip giden zamanın benim için hayırlı olup olmadığının muhasebesini yapmaya alışmıştım.
Özel Misafir
İki gün önce, evimizin çevresinde dolaşan minik kedileri sevdiğim bir sırada annem yanıma gelerek alışverişe gideceğimizi haber verdi ve hemen hazırlanmamı söyledi. Bu haber karşısında biraz şaşırmıştım; çünkü, Ayyüzlü’nün çarşı-pazarla alâkalı sözlerinden sonra, biz sadece Pazartesi günleri zaruri ihtiyaçlar için çarşıya gidip çok kısa bir sürede eksiklerimizi alarak geri dönmeyi adet haline getirmiştik. Her ihtiyaç için ayrı ayrı dışarı çıkmaz; haftalık liste yapıp birkaç işi bir arada halletmeye çalışırdık. Hep en yakın marketi tercih eder ve en kısa sürede listemizi tamamlayıp eve dönerdik. Daha alışveriş günümüz gelmeden çarşıya çıkacak olmamız beni meraklandırmıştı: Misafir mi gelecekti acaba?
Batının Batısında Bir Ev ve Üç Genç
Evvelki yazıda da belirttiğim gibi, bir Mi’raç programı vesilesiyle çıktığımız seyahatten dolayı geçen haftanın üç gününde Ayyüzlü’den ayrı kaldık. Birkaç saatlik uçak yolculuğu çok hoşuma gitse de aklımda hep siz vardınız. Öyle ki, yanıma bir-iki kitap ve bir de Sızıntı dergisini almayı ihmal etmedim. Yol boyunca sürekli bu sayfada yer verebileceğim ve beraberce yararlanacağımız bilgiler bulabilmek için didindim durdum. Hatta bir aralık babam kulağıma eğilip, “Talibim, şimdi kainatı okuma zamanı; şu anda içinde bulunduğun uçağı, dalgaları arasında yüzdüğümüz bulut denizini ve bu imkanı bize lutfeden Allah’ın şu sayısız nimetlerini düşün. Kaldır başını, bak uçak “Allah”, diyor, gökyüzü “Allah” diyor, bulutlar “Allah” diyor ve bulutları, rüzgarı, gökyüzünü, şu metal yığınını bize hizmet ettiren, bizi çok kısa bir sürede bir ülkenin bir ucundan diğerine götüren Allah “Mi’raç hak’tır” hakikatini bir de bu dille gösteriyor.” dedi. Gözyaşlarını saklamak istediği zamanlarda bir başka yana dönmüş gibi davranan babam yine öyle yaptı ama çok duygulandığı her halinden belliydi. “Meğer şu kainat kitabı da insanı ağlatırmış” diye düşündüm sadece; çünkü, ben henüz o kitabın nasıl okunduğunu bilmiyordum